İnsanoğlu yeryüzünde Tanrı’nın bir sureti mi? Bazı tasavvuf ve dini düşünürler sık sık bu görüşü dile getirir. Hatta bazıları daha da ileri giderek “ Enel Hak” , “Ben Tanrıyım” derler. Bugünlerde ABD’li yönetmen James Cameron’un üç boyutlu olarak sinemalarda oynayan “Avatar” filmi nedeniyle, bu kelime herkesçe bilinir hale geldi. Sankrit dilinde “AVATARA” (iniş), Hindu inanışında, tanrısal bir varlığın, kötülüklere karşı koymak için, insan veya hayvan kılığına bürünerek dünyaya inmesidir.

Bugün bir çok genç, bilgisayarlarda yarattıkları değişik karakterleri ( ki bunlara da Avatar deniliyor ) kendileriyle özdeşleştirerek kurdukları hayal dünyasında yaşamaktadırlar. Bu kelime, bana birçok kelimeyi birlikte çağrıştırmaktadır.

Aver = Getiren, sebep olan.
Avesta = Eski İran dinlerinden, Mecusiliğin kutsal kitabı.
Aura = Bedenden çıkan ışın.
Avuç = El içi,
Aya = Elin ortası.
Avrat = Kadın.
Avunma = Kendini oyalama.
Avam = Aşağı sınıftan halk.
Avamil = Etkenler.
Avare = Başıboş.
Avarız = Kazalar, arızalar.
Avaz = Ses
Avdet = Dönmek.
Avurt = Yanakların iç tarafındaki boşluk.
Avalon = İngiliz efsanesine göre, hepsi hekimlikte uzman sihirbaz Morgan le Fay ile sekiz kız kardeşinin yaşadığı sihirli ada.
Havva = Adem Peygamberin eşi. (Ava, Eva )
Hava = Atmosferdeki soluduğumuz hava.
Havari = İnanç yayan yardımcı.
Havra = Yahudilerin ibadet yeri.
Havali = Çevre.
Havale = Gönderme, yüksek ateş.
Havadis = Haber.
Havsala = Kavrama yetisi, akıl, zihin
Havas = Nitelik, özellik, Kendini üstün gören yurttaş sınıfı.
Hâver = Güneşin doğduğu taraf.
Havstar = Kök.
Hayâ = Utanma
Havl = Yıl, Kuvvet, güç, takat.
Havf = Korkmak.
Hâvi = Kapsayan, içine alan.

Tüm insanların Adem ve Havva’dan türediği inancına benzer bir düşünce biçimiyle, dünyada kullanılan bir çok söz ve kelimenin de birbirinden türediğini söylemek, sanırım yanlış sayılmamalı. Zaten bütün kelimeleri (Türkçede) 29 harfin değişik diziliş biçimiyle ifade etmiyor muyuz?Duygu ve düşüncelerimizi anlatabilmek için, düşünce üreten merkezimiz, bedenimizde bir takım mekanizmaları harekete geçirir ve biz kelâm (söz) ile kendimizi ifade ederiz.

“Kalubelâdan beri” deyimi ; “Dünya kurulalı beri” anlamına gelir. Arapça olan bu sözün karşılığı aslında “Evet dediler” demektir. Kuran’da Tanrının dünyayı yaratmadan önce ruhları yarattığı ve onlara “ Ben sizin Tanrınız değil miyim ?” diye sorduğu, onların da “Evet” dedikleri anlatılır.Daha sonra yaratılan Dünyamızda Adem ile Havva’nın serüveni başlayacaktır. Sanki ilahi bir senaryo ( Kader ) yazılmış, iyi ve kötü ( Hayır ve şer) oyuncular ve olaylar belirlenmiş, oyun. Dünyamızda sahneye konmuştur. Dogmatik düşüncenin, bir hikaye olarak bizi getirdiği nokta budur. Ancak bu hikayenin içinde saklanan semboller, evrenin kusursuz geometrik bir tasarım, bir düşünce olduğunu, tüm varlıkların, bir bütünün parçası ve birbirini etkileyebilecek kadar birbirleriyle bağlantılı olduğunu anlatmaktadır. Bu bağlantı içinde zaman ve mekan yoktur.

Biraz elektrik bilgisi olan kişiler , “Transformatör” kelimesini duymuşlardır. Bilmeyenler için bir açıklama getireyim; Bu düzenek içinde, bobin telinden iki ayrı sargı bulunmaktadır. Sargıların boyu ve kalınlığı farklıdır. Sargıların ortasından ve çevresinden, demir veya sacdan yapılmış metal plakalar geçer. Burada ince ve çok sarımlı bobine yüksek bir akım verildiği zaman, demir veya sac plakalar üzerinde manyetik bir akım oluşur. Az sarımlı ve kalın bobinin, diğer bobinle hiçbir bağlantısı olmadığı halde, bu manyetik akımdan etkilenerek kendisi de elinden geldiğince manyetik alandan faydalanarak bir akım yaratır. İşte evlerinizde kullandığınız adaptörler bu prensiple çalışır. Adaptörünüze bir uçtan 220 volt akım girer ve diğer uçtan çıkan 6 volt ile cep telefonunuzu şarj edersiniz.

Bunun tersi de mümkündür. 6 volt verdiğiniz kısa ve kalın bobinin yarattığı etki, uzun ve ince sargılı bobinden daha yüksek bir voltaj olarak çıkabilir. Bunun gibi, diapozona vurarak çıkaracağınız bir ses aynı frekansta olan bir başka metalde de benzer sesi çıkaracaktır. Aslında evimizdeki radyo ve televizyonlar bu prensiple çalışır. Gördüğünüz gibi, enerji üreten her sistem ( ki insan vücudu da enerji üreten bir sistemdir) bulunduğu her ortamda manyetik bir etki yaratarak, kendisiyle aynı frekansta olan diğer varlıklar üzerinde etkileşim yaratıyor. Bunun bir diğer anlamı, etkileşim yarattığı varlığın atomları, kendi atomlarıyla aynı dalga boyunda hareket etmektedir. Telapati dediğimiz olayın doğası bu olabilir mi ?

Daha önceki bölümlerde evrenin büyük bir düşünce enerjisi olduğunu belirtmiştik. Bir adım daha ileri giderek, acaba büyük bir düşünce enerjisinin yarattığı manyetizma sonucu, yeryüzünde daha düşük seviyeli bilinçler mi oluşuyor? Biz daha yüksek seviyede salınım yapan bir enerjinin, yarattığı maddi görüntüler miyiz? Bilincimizde oluşan düşünceler, kaynağını daha yüksek bir düşünce sisteminden mi alıyor? Kendi kaderimizi ne kadar belirleyebiliyoruz?

Gerçek olan şu ki; aslında bu evrende duyuları belli ölçülerde sınırlandırılmış olan bizler, içinde bulunduğumuz karanlık odanın duvarlarına ancak bilimin düşürdüğü ışığın çapı kadar aydınlanmış bulunuyoruz. Bilim adamlarının çoğu, bu ışığın dışındakileri tartışmak bile istemiyor. Oysa hayallerimiz, düşünce enerjimizin yarattığı geleceğin gerçekleridir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir