Günümüz dünyası o kadar ilginç bir döneme girdi ki, bir tarafta baş döndürücü teknolojik gelişmelerle bilim; geçmişte mucize veya sihir sayılabilecek ürünleri, olanakları insanlığın hizmetine sunuyor ve metafizikle arasındaki mesafeyi gittikçe kapatıyor, diğer yanda hala dogmalara, inanan ve aydınlanmaya direnen, sürü psikolojisiyle davranan geniş halk kitlelerinin kaderciliğini görüyor ve yaşıyoruz.

Oysa akılla beslenmeyen inanç sistemleri ancak sömürü düzeni güden politikacıların ve sömürgecilerin yararına işlemekte. Günümüz dünyasında kavramlar ve sömürü sistemleri de hızla değişmekte. Artık ülkeleri işgal etmek için büyük ordulara ve savaşlara da gereksinim kalmadı. Küresel barış görünümü içinde, ekonomik, psikolojik, biyolojik ve teknolojik savaş yöntemleriyle ülkeler kolaylıkla sömürü düzenine bağlanmakta.

Teknolojinin geliştirdiği kimyasallar, elektromanyetik silahlar ve fizik ötesi imkanlar bize artık yaşadığımız dünyanın, bir başka boyuta geçtiğini gösteriyor. Öyle ki çocukluğumuzda seyrettiğimiz Gordon veya bizdeki adıyla Baytekin filmlerindeki ışın silahları, ultrasonik silahlar, beyin tarayıcıları bugün artık kullanım aşamasına gelmiş ve hatta kullanılmakta.

Günlük gazete bile okumayı bir yük gören ülkemizin her şeyi bilen okumuş kesimi her ne kadar “hadi canım sen de” dese de, bugün gelişmiş ülkelerin teknolojisi artık belli frekanslarla insan beynini etkileyebilmekte, panik duygusu yaratabilmekte, sonic aletlerle yer sarsıntıları yapabilmekte ve iklimle oynayabilmektedir. Bu ülkelerin gizli teşkilatları gıda maddeleri ve kimyasallarla, laboratuarlarda yaratılan virüslerle toplumlara etkide bulunabilme olanağına sahiptir.

Bütün bu gelişmeler akıllara şu soruyu getiriyor; Acaba dünyamız yakın gelecekte teknolojik imkanları elinde tutan gizli bir güç tarafından mı kontrol altına alınacak? Daha da ileri gidersek, bütün bu gizli örgüt, derin devlet kavramları arkasında bilmediğimiz bir gizli yönetim mi var? Kendini dünyamızdan sorumlu tutan ve aklımızın ötesinde olanaklara sahip böyle gizli bir yönetim tarihin her döneminde var mıydı?

Murat Çavga adlı dostum bana “BEYAZ SES – LEY HATLARI” isimli romanını göndermiş. Bu romanı okuduğumda bütün bu sorular zihnimde yeniden kurgulandı.
Ley hattı nedir? Sadece parapsikolojide dile getirilen bu enerji merkezleri ile artık bilimsel çevreler de yakından ilgilenmeye başladı. Yeryüzünün, Batı dünyasının Ley Hatları adını verdiği akışkan özellikli enerji kanallarıyla örülmüş olduğu artık kesin olarak biliniyor.

“Dünya enerjisi”, “Telürik enerji” veya “Küresel Biyoenerji” gibi isimler de alan bu enerji hatlarının, yerkürenin manyetik gücünden farklı olarak, dünya üzerinde belirli doğrusal çizgilerle dolaştığı varsayılmaktadır.

“Ley” terimi ilk kez 1925 yılında bu hatları yeniden keşfeden İngiliz araştırmacı Alfred Watkins tarafından kullanıldı. Bu enerjinin canlı ve cansız maddeler üzerinde fiziksel etkiler meydana getirdiği istatistiksel verilerden elde edilebilmiştir. İnsan zihni üzerindeki etkileri çok yoğun olan bu enerjinin özellikle psişik enerjiyle etkileşim içinde olduğu, hatta psişik çalışmalarda başarıyı artırıcı bir fonksiyonu meydana getirdiği ileri sürülüyor. Mitolojilerde geçen kutsal ırmaklar, aslında bu ley hatlarını yani yerküre “çakraları”nın haritasını ifade ediyor.

Bu haritayı çok iyi bilen ve bu enerjiden psişik ve fiziksel faaliyetlerde yararlanabilen Mu ve Atlantis halkları da, kıtalarından göç etmek zorunda kaldıklarında rast gele yerlere değil, bu enerjinin yoğun olduğu bölgelere göç ettiler.

Bu bölgeler şunlardı;
1. Orta Asya. Özellikle Tibet, Gobi ve Doğu Türkistan arasında kalan bölge
2. Mısır 3. Yucatan 4. Arjantin’in kuzey bölgesi 5. Anadolu

Mısır ve Tibet gibi eski uygarlıklar bu ley hatlarını biliyor ve bu yerlerde, özellikle de kesişme noktalarında mabetlerini inşa ediyorlardı. Eski Hint Ezoterizm’ine göre dünyamızda da insan bedenindeki gibi 7 enerji giriş ve dağılış noktaları mevcut. Bunlar ley hatlarının kesişme noktaları. Bunların tamamı henüz tam kapasite ile çalışmıyor ve bu bilgilere göre, tam kapasite ile çalışma gerçekleştiğinde beklenen uyanış meydana gelecek böylece “Altın Çağ” başlayacak. Bu mitolojilerde ve toplum geleneklerinde de sembolik olarak dile getirilmiştir.

Murat Çavga dostumuz “Beyaz Ses – Ley Hatları” isimli romanının tanıtımında şunları söylüyor;

“Dünya üzerinde yalnız değiliz. İnsanlarla aynı ortamı paylaşan ama farklı boyutta yaşayan varlıklar sanal değil. Dünya, iyilik ve kötülüğün savaş sahnesi..
Bu savaşta, insanoğlunun iyileri ile metafizik varlıkların iyileri işbirliği yaparken, dünyayı fesada sürüklemek isteyen insanlar da aslında ifritlerin yardımcısı… Metafizik varlıklarla insanoğlunun, dünya üzerinde karmaşık bir ilişkisi var. Maddi alemin askerleri olduğu gibi, metafizik alemin de askerleri var. Kimileri iyi, kimileri kötü… İyilik (ley) hatlarının da koruyucuları var, kötülük hatlarının da…”

BEYAZ SES LEY HATLARI

Amerika’nın Irak’taki gizli operasyonlarına yönelik çok gizli kodları akıl almaz bir şekilde öğrenen Üzeyir’in esrarengiz hikayesi. Yüzbaşı Atakan’ı da içine çeker ve hakkında hiçbir şey bilmediği metafizik alemin kapılarını açar. Yüzbaşı Atakan, gizli bir askeri soruşturma yapmak üzere Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde yatan jeoloji mühendisi Üzeyir Kaman’la tanıştıktan sonra dünyayı yeniden anlamaya başlayacaktır. Öte yandan, Trakya’da yapılan NATO tatbikatındaki gizemin peşine düşen Yüzbaşı Atakan, İğneada ormanlarında gizlenmiş elektromanyetik cihazı keşfeder ve kendini uluslar arası bir entrikanın içinde bulur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir