Isaac Asimov’un «Ben Robot» adlı bilim-kurgu romanında şöyle bir hikaye vardı: Dünya yörüngesinde bulunan uzay istasyonunda bir görevlinin nezaretinde yüzlerce robot çalışmaktadır. Dünyadan bu istasyona son derece gelişmiş yeni model bir robot gönderilir. Uzaydaki görevli, kullanım kılavuzunun yardımıyla bu robotun kurulumunu yapar. Robotun görevliye ilk sorusu « Beni kim yarattı ?» olur. Görevli, robota bir makine olduğunu ve kurulumunu kendisinin gerçekleştirdiğini söyler. Ancak robot ikna olmaz ve « Senin gibi sıradan basit bir varlık beni yaratmış olamaz.» diyerek görevlinin talimatlarını uygulamayacağını bildirir. Robot kendisini görünmeyen ilahi bir gücün yarattığına inanmaktadır. Kendine göre bir tapınma ritüeli geliştirerek diğer tüm robotları da etkilemeye başlar. Bir süre sonra peygamberliğini ilan eder ve diğer tüm robotları kontrolü altına alarak uzay üstünde isyan başlatır.

Bilim-kurgu kitapları ve filmleri bizim yaratıcı düşünce gücümüzü harekete geçiren kaynaklardır. Matrix, Suretler, Mr. Nobody gibi filimler bir yerde insanoğlunun dünyada varoluş nedenine cevap arayan filmlerdir. Fransız matematikçi ve bilim adamı René Descartes (d. 31 Mart 1596 – ö. 11 Şubat 1650): «Düşünüyorum öyleyse varım» demiş. İlhan Selçuk günümüz için bu sözü «Düşünüyorum Öyleyse Vurun» adıyla kitap yaptı. Ben de bu sözü size; «Düşünüyorum, çünkü düşündürüyorlar» biçiminde sunuyorum.

Yaratıcı evrenin doğal akışı, bizi düşünmeye, keşfetmeye, gelişmeye zorlarken, insanlığın sığ bilincinin yansımaları, dogmalara tutunarak, düşünceyi yasaklama yoluyla, gelişimin önüne set çekmeye çalışmaktadır. Bizler ölümlü ve yaşam süreleri sınırlı varlıklarsak, ölümsüz ve sınırsız bir varlığın düzeni içinde olmalıyız. Diğer bir değişle; bizler var edilmişsek, bir var eden olmalı. Sanırım Asimov, hikayesindeki robotu bu mantıkla hareket ettirmişti.

Bilimsel gelişme son yıllarda öyle büyük bir ivme kazandı ki, insan düşüncesini belli bir kalıp içinde tutuklamak artık o kadar kolay değil. Her ne kadar medyanın ve iletişim kanallarının büyük bir bölümü, kurulu düzenlerden yana çalışsa da teknolojinin desteklediği sosyolojik ivme, kısa süre içinde tüm kalıplaşmış değer yargılarını çatırdatıp, süpürecek gibi gözüküyor. Bunun belirtilerini bugün günümüz toplumlarında hissetmeye başladık bile. Yönetime gelen ve toplumun teknolojik imkanlarını kullanma hakkını elde eden kadrolar, artık kendi toplumlarının gözünde çıkar örgütlerinin işbirlikçisi olarak algılanmaya başlandı. Artan dünya nüfusu nedeniyle yeni bir paylaşım mücadelesi başlarken, kitleler kurulu düzene baş kaldırma sürecine giriyor. Bu hareketlerin sonucunda insanlık, kolektif bilince doğru gelişimini sürdürecektir.

Evrenin bir ünitesi olan insanoğlu bugün için kolektif bilincinin farkında değildir. Oysa gerçekte insanın kendisi başlı başına kolektif bilinç tarafından yönetilen bir organizmadır. Biyolojik bir makine olan insanda uzmanlaşmış organlar iş bölümü yapmıştır. İnsan vücudunda yaklaşık 50 trilyon kadar hücre mevcuttur. Her hücre yaşamın beş temel özelliğini gösteren bir canlıdır. Bunlar da doğar, büyür, beslenir, ürer ve ölürler. Bu hücreler birbirlerini denetleyen organizasyonlar oluşturmuşlardır.

Hücreler arasında iş bölümü vardır ve hiyerarşik bir düzene sahiptirler. Beyin düşünüp karar üreterek yasama görevi yapar. Otonom çalışan yürek sistemi adil besleyerek yargı görevini yerine getirir. Kol ve ayaklar yürütme görevini, göz, kulak, burun, dil ve deri istihbarat görevini yürütür. Boşaltım sistemi belediye hizmetleri yaparken diğer organlar üretim yaparlar. 50 trilyon canlıya ev sahipliği yapan insan, aslında evrenin küçük bir modelidir. Yedi kat gökyüzü ise, insan bedenindeki yedi çakraya karşılık gelir.

‘’Temple’’ İngilizce şakak anlamına gelir. Şakak, kafanın göz ile kulak arasındaki çukurumsu yerdir. Temple, aynı zamanda tapınak anlamına gelmektedir. İnsan bedeninin tapınağı ise, baş bölgesinde konumlanmıştır. Bu bölgede iki önemli çakra vardır. Bunlardan Sahasrara Çakra (Taç Çakrası): Kafatasının en üst noktasındadır, beyin, sinir sistemi ve epifiz bezini etkiler. Diğeri Anja Çakra (Alın Çakrası): olup, alnın gerisini, iki kaşın ortasını, burun kökünü kapsar. Bu çakra gözleri, beyni ve Hipofiz bezini etkiler. Nohut büyüklüğünde olan hipofiz bezi, insanın üçüncü gözünü oluşturur. Bu nedenle olmalıdır ki, bir hipnotist, Hipnotize edeceği kişinin burun köküne veya iki kaşının arasına odaklanarak bakar. İnsan evreninin tapınağına giriş noktaları burasıdır. Hipnotist, vereceği telkinlerle süjenin şuuraltını programlayabilir.

Canlı ve cansız tüm varlıkların atomlardan oluştuğunu biliyoruz. Öyleyse organik maddeyi, inorganik maddeden ayıran özellik nedir? Tıpkı bedenimizde demir ve diğer metalleri taşıdığımız gibi, canlı hücreler, organik ve inorganik yapılar içerir, bunlardan beslenir. Düşünce, seyreltilmiş bir enerjidir. Beyin aygıtı kendisinden beklenen fonksiyonları yerine getirmek için, yoğun biçimde enerji kullanır. Uzun süre aç kalan bir insan düşünme yetilerini kaybeder.

Organik veya inorganik maddelerin oluşması için atomların bilgilendirilmesi gerekir. Yani atomlara yüklenen programlardaki bilgiler, onların neyi oluşturacağını belirler. Bir başka değişle, düşünceyi nasıl bir enerji olarak tanımlıyorsak, düşüncenin taşıdığı bilginin kendisi de aslında bir enerjidir. Canlı ve cansız her madde ‘’bilgi enerjisi’’ içerir. Madde zaten enerjinin biçimlenmiş halidir. Bilgi, bütün madde veya enerjilerin içindedir. Bilgi içinde bulunduğu maddeyi yani enerjiyi kontrol eder, yönetir. Bir olaya veya reaksiyona, madde/enerji katmak, kontrol edici, eylem yaratan, yönetici bilgi enerjisi eklemek demektir. O halde bilgi, bir enerji olup, madde veya enerjiyi kontrol eden, yöneten özel bir işlev yüklenmektedir.

Bir televizyonun, bir motorun çalışması, bir uçağın uçması, bir insanın yürümesi, koşması, bir kuşun uçması; enerji harcamayı gerektirir. Kısacası, bir eylem ancak enerji harcamayla oluşur. Düşünme eylemi de bir enerji harcamasıdır. Hiçbir enerji yoktan var edilip, vardan yok edilemeyeceğine göre, düşünceden tezahür eden ve şuuru oluşturan bilgi de bir enerjidir. Farklı düşünce ve eylemlerde bulunan varlıkları göz önüne aldığımızda insan olarak evrendeki, bilginin ancak çok az bir bölümünü kullandığımız söylenebilir. Bizler kimyasal enerji üreten biyolojik makinalar isek, beynimiz, belli ve özel frekanslara ayarlanmış ve bu sayede evrendeki bilginin bir bölümünü alıp kullanan istasyonlardan başka bir şey değildir. Tıpkı şu anda dünya üzerinde yayın yapan binlerce radyo, televizyon vericilerinden gelen sinyalleri resim ve sese çeviren, radyo ve televizyon alıcıları gibi. Hangi kanal ayarlanmışsa ekranda o program seyredilmekte. Uzaktan kumanda aletinin tuşuna basılıp, frekans kesildiğinde film bitmekte.

Mükemmel bir biyolojik kompüter olan beynimiz nöronlar vasıtasıyla bilgileri işlemektedir. Erişkin bir insan beyninde yaklaşık 100 milyar nöron bulunduğu varsayılıyor. Eğer her bir nöronun 1 baytlık veri taşıdığını varsayarsak, beyin 4 terabayt kapasitesinde olabilir. Bu da 4 bin gigabayttır. Fakat beyinde her bir nöron için 50 bin sin apsis (bağlantı noktası) bulunduğunu düşünürsek, beynin kapasitesinin 500 terabayttan daha fazla olabileceğini görürüz. Bu da ortalama olarak 1000’in üzerinde bilgisayara tekabül eder. Ancak bilgisayarların aksine beynin belleği dolmaz, öğrendikçe genişler. Demek ki bilgisayarların çöp kutusu gibi beynin de çöp kutusu var. Yeni veriler elde ettikçe eski bilgilerin çoğu çöpe gidiyor. Beyindeki verileri yenilemezseniz, herkesin çöpe gönderdiği bilgilerle yaşar, hiçbir ilerleme kaydedemezsiniz.

Günlük yaşanılan olaylar tıpkı bilgisayarda olduğu gibi beyin tarafından ön belleğe kaydedilir. Gece uyku sırasında beyin bu bilgileri tarayarak yeni bilgileri ana belleğe yollar ve daha önce kaydettiği bilgilerin benzer olanlarını çöp kutusuna atar. Bu nedenle çocuklarda uyku süresi, erişkin ve yaşlılara göre daha uzundur. Çok yaşlılar daha az uykuya gereksinim duyar. Bilgiler ana bellekte saklanır ve enterkonnekte bir sistemle bu bilgiler, bilginin kaynağına yollanır.Peki, bilginin kaynağı nedir? Bir çok kuş türünde, bir kuşa öğretilen bir bilginin aynı anda o kuş türünün tümü tarafından öğrenildiğini biliyoruz. Bilginin kaynağı evrenin kolektif şuurudur. Buna AKAŞA diyebiliriz. Buradaki kayıtlar ise, «Akaşik Kayıt» olarak tanımlanır.

İnsan bedeni yalnızca maddi bir organizmadır. Organik bir makinedir. Bu organik makine özel bir kod ve frekansla bireysellik kazansa dahi, kolektif şuurla olan bağlantısını sürdürür. Frekansın kesilmesi dünyadaki bireysel yaşamı sona erdirir, organik maddi beden, ait olduğu doğaya döner.. Diğer bir bakış açısıyla ruh, insan bedeni içinde değildir. Bizim ruh olarak tanımladığımız kavram, birleşik evrensel şuurdan, kodlanmış bir bedeni harekete geçirmek üzere, belli ve kodlanmış bir frekans olarak gönderilen enerjidir.

Beyin ise, alıcı, verici bir istasyon görevi görmekte olup, esas düşünce, birleşik şuurdaki istasyonlarda oluşmaktadır. Yaratıcı düşüncenin kaynağı da burasıdır. Aslında tüm evren yalnızca hiçlik içinde bir düşünceden ibarettir ve maddenin yapısı hiçliğe dayanmaktadır. Biz, düşünce dalgalarının oluşturduğu holografik bir evrende yaşıyor ve mükemmel bir aygıt olan beynimizin holografik kayıtlarıyla çevremizi biçimlendiriyoruz. Duyu organlarımızın da desteklediği beynimiz, algıladığımız görüntüleri boyutlandırıyor. Aslında bir atomlar keşmekeşi içindeki evren, böylece bizim algılarımızla anlam kazanıyor.

Teknolojide çağı yakalamış olan ülkeler, artık parapsikoloji konularıyla teknoloji konularını iç içe götürmeye başladılar. Rusya, A.B.D. Gibi ülkeler bu konularda üniversitelerinde yıllar önce bölümler oluşturdular. Bu ülkeler, elektromanyetik dalgalarla insanları, yerküreyi, iklimleri etkileme konusunda bir hayli aşama kaydetmiş bulunmaktalar.

New York Times gazetesinin 16 Temmuz 1977 tarihli sayısında şöyle bir haber yayınlandı: ‘’ABD insanlığın esir edilebileceği görünmez silahlar geliştiriyor’’ Bu tarihten sonra özellikle elektromanyetik, bombalar, elektromanyetik zihin kontrol silahları (korku, panik, depresyon yaratabilen) konusunda çok ciddi gelişmeler kaydedildi. Ülkemizde ise, Harp Akademileri’nin Mart 2002 tarihli 201 sayılı bülteninde; ‘’ Yapay Depremler ve Kitle İmha Silahı Olarak Kullanımı’’ konusunda bir makale yayınlanmıştır. Ekstra Düşük Frekans Dalgaları (ELF) ile ilgili olarak her geçen gün çok daha ilginç bilgiler elde edilmekte ve uygulama alanları genişlemektedir.

40 yıl önce işe başladığımda ‘’Facit’’ marka mekanik hesap makinası kullanıyorduk. Eski bir modeli bugün evimde antika olarak durmakta. Geçen gün bilgisayarıma bakıma gelen genç, bunun ne olduğunu anlayamadı ve merakla inceledi. Dünya hızla yeni bir kozmik değişim sürecine girmekte. Yarın karşılaşacağımız teknoloji, hayallerimizin de ötesinde olacak. Bizler buna ne kadar hazırız?

sunum-indir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir