Artan sorunlarıyla birlikte yaşadığımız dünya, gittikçe daha çok fokurdayan bir kazana benzerken, bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim. Bu düşüncelerimi yayınlanmak üzere bir gazete veya dergiye gönderseydim, büyük bir olasılıkla markalaşmış bir isim olmadığım için pek itibar görmeyecekti. Oysa şimdi e-mail yoluyla sizlerle paylaşmak çok daha kolay.
Son yıllarda dünya genelinde her gün çarpıcı ve sarsıcı yeni bir şiddet haberiyle karşılaşır olduk. Bu belki de iletişim ağlarının dünyayı daha çok ve daha çabuk sarmasının bir sonucu. Oysa 1789 Fransız Devrimi ancak, aylar sonra Çin’de yaşayanlarca duyulabilmiş ve algılanması zaman almıştı. Bugün henüz bir olayı anlamaya çalışırken bir yenisiyle daha karşılaşıyoruz ve doğal olarak diğeri hemen külleniveriyor. Dünyayı yönetenler de bunu geniş kitleleri kontrol edebilmek için bir politika yöntemi olarak kullanıyor. Olayları kavramak, bir yap-boz oyununa benziyor. Eğer her bir parçayı tek başına ele alıp bir sonuç çıkarmaya çalışacak olursak, bir çok komplo teorisi üretebiliriz.
Oysa görüş açımızı genişleterek resmin tamamını görmemiz gerekmez mi ? Bugün görünen o ki, güçlü olanlar, kendi çıkarlarını korumak için, ileriye dönük hedeflerini ve planlarını uygulamaya koymuş bulunuyor ve evlerinde yaptıkları hesabı çarşıya uydurmak için koşulları zorluyor. Zorladıkça, Dünya toplumlarının arasındaki refah uçurumu büyüyor. Atalarımızın “ Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar.” Sözü de böylece bir kere daha doğrulanıyor.
Ben hep fizik yasalarıyla sosyal yasalar arasında bir benzerlik kurmaya çalışırım. 1332-1406 Yılları arasında yaşamış, Müslüman-Arap kültürünün çöküş dönemindeki en büyük tarihçi, toplumbilimci, filozof ve sosyalizmin ilk tasarımcılarından İbni Haldun “ Asabiye Nazariyesi” diye bir teori geliştirmiş. Asabiye, bireyi kendi toplumsal grubuna bağlayan gücü dile getiren bir terimdir. Bu teoriyi kısa olarak özetleyecek olursak ; “Devletler de insanlar gibi doğar, büyür gelişir ve ölür. Ölen devletin yerine yenisi doğar .“ Bunu, aslında yaşanılan tarih de böyle gösteriyor.
Yıkılmayacak zannedilen o büyük imparatorluklardan geriye bugün ancak müzelerde sergilenen tarihi eserler kaldı. Aslında fizik yasaları ile sosyal yasalar, sonuç olarak genelde örtüşüyor ve birbirini destekliyor. Şöyle ki ; dinamiğin ikinci yasası “ Her etki bir tepki doğurur” diyor. Yani lastik bir topu duvara çarparsanız, duvar da size topu geri sıçratır. Adamın birine durup dururken bir tokat atarsanız, elbette karşılığında bir tepki alırsınız. Bugün terörün kazandığı ivmenin nedeni de, egemen güçlerin toplumlar üzerinde aşırı güç kullanması ve ekonomik yönden onları köşeye sıkıştırması değil midir ? Böyle bir durumda “ Ferman padişahınsa dağlar bizimdir.” kuralı işlemez mi ? Siz üç kişilik hedefi vurmak için bir şehri tümüyle bombalarsanız, o güne kadar eline silah almayı düşünmeyen insanlarda silaha sarılır. Oysa bilardo oynarken, hedeflediğiniz topu, açısını hesaplayarak bir başka topa vurarak deliğe göndermeniz gerekir. Yıllarca PKK ülkemize karşı böyle kullanılmadı mı ? Sosyal yasalarla benzerlik gösteren bir diğer fizik yasası da, “ Entropi Yasasıdır”. Evren de her şey düzenden düzensizliğe doğru akmaktadır ve böylece evren tükenmektedir.
Yeni olarak kabul ettiğiniz her şey zaman içinde bozulur ve yozlaşır. Bozulanlardan bir başka yeniler doğar ki bu da ibni Haldun’un “Asabiye Nazariyesini” destekleyen bir fizik yasasıdır. Nicel birikimlerin, nitel değişimlere yol açtığını biliyoruz. Tıpkı yeraltında biriken enerjinin sonunda depremi meydana getirmesi ve depremin olduğu coğrafyanın değişmesi gibi. Ekonomi yasalarına göre de bir malın sürümü artarsa, o malın piyasa değeri azalır.
Dünyada artan nüfus ve gelişmiş ülkelerin artan tüketim talepleri, insanca duygulara verilen değeri azaltmakta, kişilerde ön plana çıkan ego ve “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düşüncesi yakın çevremizde yaşanan vahşete olağan bir olaymış gibi bakılmasını sağlamakta. Çıkarların alabildiğine çarpıştığı ve değer yargılarının bu kadar yozlaştığı bu günkü dünyamızda şimdi genel resmi görmek için elimizdeki yap-boz parçalarına bir göz atalım;
a) Dünya nüfusu geometrik olarak hızla artıyor, her saniye üç çocuk doğuyor ve her dakika dünyanın iki yeni öğretmene ihtiyacı 1850 yılında 1 milyar olan Dünya nüfusu, bugün 6,5 milyar dolaylarında seyretmekte ve 2025 yılında en iyimser tahminle 9 milyara ulaşacağı varsayılmaktadır. Artan nüfusun kalitesi de hızla düşmektedir. Bunu kendi ülkemizde de yakından gözlemlemekteyiz.
b) Dünyada doğal ham madde, petrol ve su rezervleri hızla tükeniyor, bu durum 2030’lu yıllarda çok daha ciddi sorunlar yaratacak. Kazanı fokurdatan ateşin kaynağı da bu sorunlardan kaynaklanmaktadır.
c) Dünyanın ekolojik yapısı hızla bozuluyor, nüfus artışı ile beraber çevre kirliliği de artı İklim değişiyor, tarımsal topraklar azalıyor. Dünyanın çekirdeği soğuyor ve yavaşlıyor. Manyetik alan değişiyor.
d) 2020’li yıllarda Dünya Müslüman nüfusu, Hıristiyan nüfusunu geçmiş.
e) Nüfusu hızla artan Çin ve Hindistan Dünya ekonomi ve politikasında söz sahibi olarak önemlerini ciddi olarak arttırmaktadır.
f) Dünya ekonomi pastasının en büyük dilimini yemekte olan gelişmiş ülkeler, bu şartlar altında ileride durumlarını devam ettiremeyeceklerini görmektedirler.
Gelişmiş ülkelerde bile düne kadar himaye edilen doğadaki hayvanların sayısı anormal derecede arttığında, bunlar için avlanma izni çıkarılabilmektedir. Şimdi kendinizi dünyaya hükmeden, büyük ve gelişmiş bir ülkenin başkanı yerine koyun ve önünüze bir rapor gelsin. Bu raporda ; “ Hemen bir şeyler yapılmazsa 30 yıl içinde varlığımızı korumamız zorlaşacak ve… Ekonomik olarak çökersek, biz de ilerde 50 devlete ayrılabiliriz. Bugün işlerin iyi gitmesi bir şeyi ifade etmiyor. Yaşamak için sürdürülebilir büyümeyi sağlamalıyız. “Yeter” dediğimiz an, geri tepme başlar. İrileşip de yayılacak bir alan bulamayan oluşumlar devrilir veya çatlar” denilsin.
Sizin de elinizde büyük bir güç var. Dünya kaynaklarını daha hakça paylaşmak , silahlanmaya ayrılan kaynakları azaltmak ve dünyanın daha adil ve yaşanır bir hale getirilmesini sağlayacak zorlu önlemler almak yerine, işin kolayına ve açıkgözlüğüne kaçıp, elinizdeki büyük güce güvenerek tüm dünyaya meydan okumayı tercih ediyorsunuz. Sokrates 2400 yıl önce ne demiş; “ Yasayı kuvvetliler yapar, kuvvetliler yasayı yapmak için, zayıfların çıkarlarını korumak amacında olduklarını söylerler, oysa asıl yapmak istedikleri şey kendi çıkarlarını korumaktır.”
Bugün yaşadığımız dünyada geometrik olarak artan insan sayısı, gelişmiş ve teknolojiyi elinde tutan egemen güçler tarafından hiçbir şekilde önemsenmemektedir. Hatta eğitimsiz, işsiz ve kalitesiz insan kitleleri gelişmişlerin kendi inanç ve kültürleri için potansiyel bir tehlike yaratıyorsa, bunların dünya kaynaklarından pay almaları bile bir kayıp sayılacaktır.
Brezilya’da sokaklarda köpek gibi itlaf edilen insanları ve fakir ülkelerdeki organ ticaretini anımsayın. Ayrıca bir reklam filminde ulusal ahlakımıza tamamen ters olmasına karşın, yeni arabasını dökülecek boya kovasından kurtaran kızı düşünün.Bu kültürün egemen olduğu güçlerin yavaş yavaş dünya genelinde kendilerince bir zemin bularak temizliğe başlamış olduklarını söyleyebiliriz. Tarihten Hasan Sabbah’ı örnek alıp, Usame bin Ladin’ler yaratarak dünyada global bir terör dönemi yaratılmıştır. Bu güçler kendi vatandaşlarına bile sahneye koydukları bu acımasız oyunun içinde rol verebilmektedirler.
Kontrolsüz kullandıkları güç yeni terör tarlaları yaratmaktadır. Sonuç olarak gücü olan “ İstediğim yeri istediğim zaman vururum “ düşüncesini de tüm dünyaya kabul ettirme kararlılığındadır. Buna karşılık “ Kaybedecek başka neyim kaldı ki ?” diyen canlı bombalar filizlenmektedir. Dünya düzenden, düzensizliğe doğru hızla akmaktadır. Önemli olan bizim ülkemizde bu oyunu, ülke çıkarlarımızı koruyacak biçimde gören ve oyunu, ülke çıkarlarımıza göre yönlendirebilecek oyuncuların olup olmadığıdır. Çünkü hepimizin kaderi bu yetenekli veya yeteneksiz oyuncuların elinde olacaktır.
Biz unutkan bir milletiz onun için ABD’nin bize bugüne kadar sergilediği davranışları pek önemsemedik. ABD’nin zaten bizim psikolojimizi anlayacak kapasitesi de yok. Süregelen tatsız ilişkiler bir iki pohpohlama ve sağlanan kredilerle bugüne kadar hep düzeltildi. Ancak ABD ile Türk halkının yolları Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirilmesi olayı ile ayrılmış bulunmaktadır.
Siyasilerimiz belki bu olayı hazmedebilmişlerdir fakat ABD bu hareketiyle Türk Halkının genlerine saldırarak onarılması mümkün olmayan bir iz bırakmıştır ve bunu 200 yıllık bir tarih bilincine sahip ABD’lilerin anlaması mümkün değildir. Bu olay ABD ile Türkiye’nin yollarının kırıldığı kavşaktır. Çünkü Anadolu’da yaşayan her Türk vatandaşı bir Mehmetçik ruhu taşımaktadır. Türk Ordusu, Türk Halkının göz bebeğidir.
Önümüzdeki zorlu yılları okumak için kahin olmaya gerek yok. Burada ben de günün modasına uyarak sizlere bir komplo teorisi sunayım; Gün geçtikçe terör daha büyük çapta yayılır, çoğunlukla mazlum ülkelerden kurbanlar alır. Gelişmiş ülkelerde de arada bir büyük çaplı bir kısmı kurgulanmış terör olaylarına zemin yaratılır ve bunun acısı dayanak yapılarak mazlum ülkelere fazlasıyla fatura edilir. Dünya halkları bunu iyice kanıksar. Zaten gelişmişler vurmasa Tanrı vuracaktır.
2008-2012 yılları arasında esas büyük temizlik başlar. Bu arada tüm medya Çin’in üzerine büyük bir gök taşı düştüğü haberlerini geçebilir. Çin, nüfusunun yarıya yakın bir bölümünü kaybedebilir (!) Bu acı felaket üzerine geçmişte yaşanan bütün acı olaylar unutulur ve insanlık hatırlanır. Gelişmiş ülkeler zarar gören bazı devletleri himayelerine alır (!) Ondan sonra dünya yüz yıl kadar bir süre insan hakları ve uygarlık üzerine söylemler dinler. Belki de bu yeni dünya düzeninde hamam böceklerinin yaşama hakkı konusunda da yeni yasalar da çıkarılır (!)
Bugünün “Güç Oyunu”nu oynayan egemen güçler unutmamalıdır ki büyük vücutlu varlıkların beyinleri hep nedense küçüktür. Bu nedenle bellekleri zayıftır ve hiçbir zaman geçmişten ders almazlar. Oysa, tarih kendini sürekli değişik biçimlerde yinelemektedir. Elde edilen gücü, akıl ve erdemin rehberliğinde kullanmayan zorbalar, tıpkı masallardaki korkunç devler gibi bir süre korku yaratırlar.
Ancak, tüm masalların sonunda devler umulmadık bir biçimde yok edilir. Defalarca kanıtlanmış evrensel yasalara kim karşı durabilir ki ? Tarih irileşerek yok olmuş bir sürü imparatorluğu anlatmıyor mu ? Yaşadığımız bu güzel mavi gezegen bile, içinde bulunduğu güneş sistemiyle birlikte saniyede 521 kilometre bir hızla Samanyolu galaksimizin ortasındaki bir kara deliğe doğru gitmiyor mu ?
Mustafa Süreyya Sezgin
İstanbul, 15.09.2004