1987 yılında “Bilinmeyen” adlı bir derginin 10’nuncu cildinin 2698’inci sayfasında bir yazım yayınlanmıştı. Aradan 17 yıl geçmiş ve şimdi ilginizi çeker düşüncesiyle bu görüşlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Birbirinden bağımsız ve değişik dönemlerde, değişik kişi veya gruplarca ortaya çıkarılarak insanlığın hizmetine sunulan doğa yasaları, gerçekte mevcut genel bir yasanın ufak bölümlerinden başka bir şey değildir. Öyle ki bunların değişik bir biçimde birbiriyle ilişkilendirilmesi bizleri farklı sonuçlara ulaştırmaktadır. Kısaca örnek verecek olursak; çekirdeğinde 79 proton bulunduran elemente altın, 80 proton bulunduran elemente ise cıva demekteyiz.

Doğaüstü olaylar bilimsel bir yasaya dayandırılana kadar bilimkurgu veya fizik-ötesi düzeyinde kalmaya mahkûmdur. Ancak, yine görülmüştür ki, bilimkurgu yazarlarına konu oluşturan birçok doğaüstü olay ve hayal gücü, araştırmalar ilerledikçe, neden-sonuç bağlantıları saptandıkça,  pozitif bilimin konusu içine girmeyi başarmıştır.

Bir bütün olarak ele alınması gereken bilginin, insanoğlu tarafından parça parça ortaya çıkarılması ve ortaya çıkan kısımları birbirinden tamamen ayrı yorumlaması nedeniyle açıklanamaz duruma gelen olaylar, din düşüncesinin kuvvetlenmesine yaramıştır. Pozitif bilimlerin ilerlemesi sonucunda, başlangıçta birbirinden çok farklı gibi gözüken dini inançlar ile pozitif bilim giderek uzlaşmaktadır.

Örnek verecek olursak; Hz. Muhammet tarafından konulan birçok kuralın, diğer dünyadan çok, bugünkü dünyamızın gereksinmelerine cevap verdiğini görmekteyiz. Abdest almak;  temizlik gereksinimini, namaz kılmak; vücut eksersizi gereksinimini ve camilerde toplanmak; sosyal dayanışmayı amaçlamaktadır. Bu tip örnekleri çoğaltabiliriz.

Bilimsel yasaların sonsuz kombinasyonunu düşünecek olursak;  “Hadi canım sen de !..” diyebileceğimiz fantezileri gerçek yaşama geçirmenin olanaksız olmadığını yavaş yavaş göreceğiz. Şimdi Einstein’ın görecelik yasası ve E=mc2 formülünü düşünelim.

Evrende gerçek diyebileceğimiz bir şey var mı veya gerçekle hayal gücü arasındaki sınır nerede başlayıp nerede bitiyor? Yukarıdaki formüle göre insanı  “enerjinin biçim almış bir hali” olarak tanımlamak yanlış değildir.

Her insanın doğal olarak kendine göre belli bir frekansta yayın yaptığını biliyoruz. Sonsuz kaynaktan gelen değişik frekansların her biri, canlıların biri ile rezonansa geçerek şuur olayını oluşturabilir mi?  Tıpkı bir kanaldan yayın yapan televizyon vericisinin, milyonlarca televizyon alıcısına görüntü göndermesi gibi.

Aynı kaynaktan çıkan sonsuz frekansların değişik canlılarda şuur olayını yaratması, tasavvuf felsefesindeki “Vahdet-i vücut” ve parapsikolojideki “Akaşa” kavramlarına uygun düşmektedir. Tasavvufi düşüncede, değişmeyen ve Tanrının çizdiği kaderi anlamak için. “Kader-i Külli” deyimi vardır.

İnsanoğlunun kendi eylemleri ile etkilediği geleceği için ise; “Kaderi cüzi” deyimi kullanılmaktadır. Kısacası ana plan değişmeden, bu plan içindeki küçük ayrıntılar insanın kendi eylemlerinden etkilenerek değişebilmektedir. “İrade-i cüzi” insanoğlu için, hesap vermesi gereken davranışlarının mekanizmasını oluşturur. Bu mekanizma, insana özgür ve bağımsız bir varlık olduğu duygusunu verir.

Sanırım hepimiz lise fizik kitaplarında “Fuko”  akımlarını okumuşuzdur. Belli bir alana uygulanan elektriksel akıma, bu alan tarafından ters yönde oluşturulan küçük bir akımla cevap verilir. Denemek istiyorsanız evinizde kullandığınız ütünün üstüne bir kontrol kalemiyle dokunun.  Ütü topraklanmamışsa kontrol kaleminiz ışık verecek fakat ütü sizi çarpmayacaktır.

İşte beyin dediğimiz röle ile rezonansa geçen, bu röleyi işleterek bizi belli bir kader planı üzerinde yönlendiren, frekanslara tepki olarak, beyin mekanizmasının kendiliğinden yarattığı düşünce ve eylemler, insanoğlunun hesap vermesini gerektiren, kendi sorumluluğundaki eylemler olduğunu düşünebiliriz.

Bu düşünce ve eylemlerin ilahi planla çelişmesini en az düzeye çekebilmek için, cennet – cehennem, ödül ve ceza kurumları olarak ortaya konulmuştur. “Akaşa” dediğimiz ana kaynaktan yayılan titreşimlerin her hangi bir nedenle kesilmesi üzerine alıcı süje de ölüm dediğimiz olay meydana gelmektedir. Süjenin alıcı hassasiyetini kaybetmeye başlaması ise, kaza ve hastalıklara neden olmaktadır.

Tıpkı başıboş bir ırmağın, bir baraj ile kontrol altına alınması gibi. Sular istenilen kanallardan kontrollü bir biçimde akacaktır. Meditasyonda da, sürekli “mantra” dediğimiz herkese özel kelimeyi zihnimizde sürekli tekrarlarız ve çözülen imgeler yavaş yavaş bir noktada toplanarak evrensel şuurun kontrolüne girerler.

Meditasyon yöntemi ile vücut, bütün olumsuz etkilerden arındırılır. İnsanların duaya ve ibadete veya imana olan gereksinmeleri de, ters akımların etkisini azaltmaya yöneliktir. Geliştirilmiş bir meditasyon tekniği ile Akaşa’dan kuvvetli ve temiz enerji akımı sağlanır. Vücut zindelik kazanır ve güçlenir.

REENKARNASYON

Ancak, titreşimleri alan rölenin herhangi bir nedenle geçmiş bilgileri de kullanması halinde, yeni süje geçmişe dönük bilgileri de hatırlayacaktır. Eğer süjenin bulunduğu ve yetiştiği ortam, yeniden doğma olayını kabullenip, yadırgamıyorsa ve süje de buna inanıyorsa, titreşimler geçmiş bilgileri aktarmada fazla bir engelle karşılaşmayacaktır. Bir süje birden çok frekans algılayabiliyorsa bu defa “Obsesyon” dediğimiz olay meydana gelebilir.

Yaşamın, ruhsal enerjinin madde üzerindeki deneyiminin bir ürünü olduğunu söylemek bilmem ne kadar yanlış olur?

Her çağ kendine göre bir felsefe ve din anlayışı getirmektedir. Felsefe, bilim ve din üzerine düşünen toplumların uygarlıkta aşama kaydettiklerini görmekteyiz. Bunlardan yalnızca birine bağlanmak ve diğerlerini yok saymak bağnazlık sayılmaktadır. Felsefe, pozitif bilimler ve din bir bütün oluşturmaktadır. Kuşkusuz gelecekte elde edilecek bilgiler ışığında, bugün algılamakta olduğumuz dünyanın ve inançlarımızın biçimi de değişecektir.

sunum-indir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir