RICHARD EVELYN BYRD
25 Ekim 1888 – 11 Mart 1957

Amerikalı amiral ve kutup kâşifidir. Amerikan donanmasının hava servisine 1912’de katıldı. Byrd 1925’te Ellesmere Adası ve Grönland üzerinde birkaç kere uçtu. 1926’da Floyd Bennettle (1890-1928) Spitzbergen’den havalanıp Kuzey Kutbu üzerinden uçtu. Byrd 1928’de Antarktika’ya yapılan ilk Amerikan seferinin başına geçti.

Ross Buz Kayalığında Balinalar Körfezi yakınlarında Küçük Amerika kampını kurdu. Ekibiyle kızak ve uçakla VII. Edward Land’ in doğusundaki toprakları keşfe çıktı ve Marie Buyd Land adını verdi. 1929’da Güney Kutbu üzerinden uçan ilk insan oldu. Bilimsel araştırmalarında telsiz ve hava fotoğraflarından büyük ölçüde yararlandı. 1933 ile 1956 arasında Antarktika’ya dört sefer daha düzenledi ve bunların birincisinde kulübesinin bacasının tıkanması nedeniyle az daha zehirli dumandan ölüyordu.

KUTBUN ÖTESİNDEKİ ÜLKE: ARIANNI

Bu anılar 1947 yılının Şubat ve Mart aylarında yazıldı.
Kutup Kâşifi Amiral Byrd´in içinde bulunduğu koşullar dayanılabilir ve güvenilirdi. Başka kişiler tarafından da bir hayal olayının yaşanmadığı yönünde güvence verildi. Yazılanlar, Amiral´in birebir sözcükleridir. Kuzey Kutbu´nun uzun bir gecesinde yazılmış ve ciddi bir kâşifin ve bilim adamının parlak gün ışığı altında yaşadığı gerçeği anlatmaktadır.

• 19 Şubat 1947 Arktik Üssü Kampı:

• Saat 06.00: Tüm hazırlıklar tamamlandı. Kuzeye doğru uçacağım, tüm yakıt depoları dolduruldu.

• Saat 06.20: Sancak motoru daha güçlü gibi. Ayarlama yaptık şimdi daha iyi.

• Saat 07.30: Üsle radyo ilişkisi kontrolü yaptık. Her şey yolunda.

• Saat 07.40: Sancak motorunda zayıf bir akıntı var gibi. Yağ basıncı normal.

• Saat 08.00: Uçuyorum. Uçuş normal görünüyor. 7.000 m.de uçuyorum. Türbülans normal. Her şey yolunda.

• Saat 08.15: Üsle telsiz kontrolü normal.

• Saat 08.30: Türbülans oluştu. 1.000 m.ye kadar inmeye karar verdim, uçuş koşulları yumuşak görünüyor.

• Saat 09.10: Çok büyük bir buz alanı, altta kar yağıyor. Görüntü muhteşem. Kırmızıdan mora kadar tüm renkleri görüyorum. Pusula olduğu yerde dönüp duruyor, her iki pusulam da yani manyetik ve gyro pusulalar dengelerini iyice yitirdiler, titreşip duruyorlar. Güneş pusulasını kullanıyorum. Kontroller yavaş tepki veriyorlar ama bir buzlanma belirtisi yok. Üsle tekrar ilişki kurduk ve gördüklerimi anlattım.

• Saat 09.15: Uzakta dağlar görüyorum.

• Saat 09.49: Dağları gördüğümden bu yana 29 dakika geçti. Görsel bir yanılgı yok. Bunlar daha önce hiç görmediğim bir sıradağ halindeler.

• Saat 09.55: Altimetre 8 900 metreyi gösteriyor; güçlü bir türbülans var.

• Saat 10.00: Hala kuzeye doğru uçuyorum ve altımda küçük bir dağ sırası var, bunu tanımlıyorum ve soruşturmam gerek. Çünkü böyle bir dağ oluşumu haritalarda yok.

• O da ne? Dağların arasında ve tam ortada küçük bir nehir akıyor, aşağıda yeşil bir vadi; olamaz! Burada garip ve normal olmayan bir şeyler var. Buz ve kar olmalıydı ama ben dağların yamaçlarında yeşil ormanlar görüyorum. Yön bulma araçlarım hala çılgınca dönüyorlar. Jiroskop hala öne ve arkaya doğru titreşip duruyor.

• Saat 10.05: 4.500 metreye indim ve alttaki vadinin üzerinde sola doğru sert bir dönüş yaptım. Aşağıda yeşille örtülmüş bir alan var. Burada ışık farklı, güneşi göremiyorum. Sola biraz daha döndüm ve aşağıda çok büyük garip hayvanlar gördüm. File benziyorlar, ama, hayır bunlar birer Mamut. İnanılmaz ama oradalar. 3.000 metredeyim, dürbünle bakıyorum ve hayvanlar görüyorum; oradalar. Bunu üsse bildirmemiz gerek.

• Saat 10.30: Yeşil renkli tepelere yaklaşıyorum. Dış ısı, termometrenin gösterdiğine göre 23 derece. Düz olarak uçmaya devam ediyorum. Göstergeler normal ama ben bir bulmacanın içindeyim. Yine üssü arıyoruz ama telsiz çalışmıyor.

• Saat 11.30: Eğer normal kelimesini bu ortamda kullanırsam her şey yolunda. İlerde bir yer var, sanki bir kente benziyor. Uçak çok hafifledi, bir tüy gibi dalgalanarak uçuyor. Kontroller emirlerimi dinlemiyorlar. Tanrım! Normal tepkiler vermeyen bir araç içinde uçuyorum ve yeterince hızlı değilim, ama ilerde uçan garip bir araç var. Disk şeklinde parlak bana doğru yaklaşıyor, üzerindeki işareti görüyorum; bu bir gamalı haç. Fantastik! Neredeyiz? Ne oluyor? Kontrolleri geri almaya çalışıyorum, ama olmuyor.

• Saat 11.35: Telsizden çatırtılar geliyor, İngilizce bir ses ama derinlerden geliyor. Aksan İsveç ya da Alman şöyle diyor; “Bölgemize hoş geldiniz Amiral. Sizi 7 dakika içinde indireceğiz. Güvenli ellerdesiniz rahat olun.” Uçağımın motorları bir anda durdu ve garip bir gücün kontrolü altında uçmaya devam ediyorum. Şimdi uçağım kendi çevresinde dönmeye başladı.

• Saat 11.40: Bir diğer telsiz mesajı… İniş olayı başladı. Uçak şiddetle titriyor, aşağıya doğru iniyor, sanki görünmeyen dev bir asansörün içinde gibiyim. Artık çok rahatım hiçbir şey umurumda değil. Hafif bir sarsıntıyla uçağım yere temas ediyor.

• Saat 11.45: Seyir defterime aceleyle son cümleleri yazıyorum. Uçağıma doğru gelenler var; Hepsi uzun boylu ve sarı saçlılar. Uzakta büyük ve parlak binaların bulunduğu bir kent var, gök kuşağına benzer renk dalgaları nabız gibi atarcasına kentin üzerinde yükseliyor. Ne olduğunu anlamış değilim ama ortada tehlikeli bir şey yok, hiçbir silah görmüyorum. Kargo kapısını açarken bir sesin ismimi söylediğini duyuyorum. Her şeye razıyım. (Kaydın sonu)

“Bundan sonra olanları hafızama güvenerek yazdım. Telsizcimle beraber uçaktan çıktık, içten ve samimi bir karşılama bu. Tekerlekleri olmayan küçük bir platformun üstüne bindik. Şimdi hızla, parlayan kente doğru gidiyoruz. Kent sanki kristalden yapılmış gibi, içeri girerken daha önce hiç görmediğim büyüklükte binalar görüyorum. Bu yapılar Frank Lloyd Wright’in çizimlerinin ötesinde. Yada bir Buck Rogers filminin setindeyim. (Yine dönemin sinemasın da canlandırılan bir bilim kurgu kahramanı). Daha önce hiç tanımadığım sıcak içecekler ikram ediliyor, çok lezzetliler. On dakika kadar sonra iki hostes geliyor, çok güzeller ve kendileriyle beraber gelmemi söylüyorlar. Yapacak bir şey yok, gidiyorum ama telsizcim kalıyor. Kısa bir yürüyüşten sonra asansöre benzer bir yere giriyor aşağıya doğru inmeye başlıyoruz, araç duruyor ve kapı yukarıya doğru sessizce açılıyor. Uzun bir koridorda ilerliyoruz, gülkurusu renkte bir ışık her yerden yayılıyor, sanki duvarların içinden geliyor. Büyük bir kapının önünde duruyoruz. Kapının üzerinde okuyamadığım bir yazı var.
Kapı ses çıkarmadan açılıyor, girmem için işaret ediliyor. Hosteslerden bir tanesi; “Korkacak bir şey yok Amiral, Üstadın huzuruna kabul edileceksiniz.” diyor.” (Sevgili okurlar, burada Gerhard Kremer tarafından 1595 yılında çizilen Kuzey Kutbu Haritasında ortadaki kara parçasının tam ortasında yer alan adaya dikkatinizi çekmek isterim. Amiralin uçuş tarihinden tam 352 yıl önce çizilen bu haritada, tam amiralin tarif ettiği yerde bir adanın gösterilmesi size de gizemli gelmiyor mu?)

“İçeri giriyorum, çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var, gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi ama daha çok ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; “Yerimize hoş geldiniz Amiral”. O, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp bana oturmam için yer gösteriyor.

Oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; “Sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.” “Dünyanın yüzeyi mi?” diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve;

“Evet şu anda İç Dünyanın ARIANNI bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi Amiral, sizi neden buraya getirdiğimizi söyleyeceğim.

Irkınızın Japonya’da Hiroshima ve Nagasaki de patlattığı iki atom bombasıyla çok ilgiliyiz.
Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara “FLUGELRAD” diyoruz. Sizi gözlüyor ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı Amiral, ama; biz devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü, yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral.”

Sözünü kesiyor ve “benimle ne yapacaklarını” soruyorum. Üstat delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir müddet sonra cevap veriyor; “Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var.” Başımı sallıyorum ve devam ediyor; “1945’de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, FLUGELRAD’larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; Dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok, kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insanlar ve canlılar derin bir kaosun içine düştüler.

Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?” “Hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama 500 yıl önce sona erdi” diyorum.

Üstat devam ediyor; “Evet oğlum. Karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasında yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar.

Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu bir gün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum bu mesajlarla beraber yüzeye dönebilirsin.”

Bu sözlerle beraberliğimiz sona ermiş görünüyor. Bir an için duruyorum, bu bir rüya olmalı ama, ben bu gerçeği biliyordum. İki güzel hostesimin gelip “Bu yoldan Amiral” demeleriyle kendime geldim. Çıkmadan önce bir kez daha dönüp Üstada bakıyorum. O mitolojik yüzde yumuşacık bir gülümseme var; “Elveda oğlum” diyor ve ince uzun elini kaldırarak bir barış hareketi yapıyor. Hızla geri dönüyor ve yukarı çıkıyoruz.

Hosteslerimden birisi bana dönüyor ve “Acele etmeliyiz Amiral. Üstat, sizi geciktirmememizi istedi, mutlaka geri dönmeli ve mesajı vermelisiniz.” Bir şey demiyorum. Olan her şey inancın ötesinde… İlk geldiğimiz yere dönüyoruz, telsizcim orada, çok gergin ve yüzünde endişeli bir ifade var. Onu “Her şey yolunda Howie,” diyerek sakinleştiriyorum. Yine uçan platformla uçağımızın yanına götürülüyoruz. Motorlar çalışıyor ve hemen biniyoruz. Kapı kapandıktan sonra görünmeyen güç, uçağı kaldırıp bir anda 8.000 metreye çıkarıyor. Onların araçlarından iki tanesi belli bir uzaklıktan bizi izliyor.

Çok hızlı gidiyoruz ama hız göstergesini okuyamıyorum, ileriye doğru gidiyoruz. Telsiz çalışıyor ve ses; “Şimdi sizi terk ediyoruz Amiral, kontroller serbest. Auf Wiedersehen” diyor. Almanca bir veda… Howie ve ben Flugelrad’ların soluk mavi gökte kaybolmalarını izliyoruz. Uçağım birden sarsılıyor ve aşağı doğru dalışa geçiyor. Toparlanıyor ve kontrolü alıyoruz. Şimdi uçuş normal, kimse konuşmuyor, ikimizde kendi düşüncelerimizle baş başayız.”

Uçuş Seyir Defterinin Devamı:

• Saat 22.00: Yine sonsuz buz ve kar çölündeyiz. Üsse uzaklığımız yaklaşık 27 dakika. Haberleşiyoruz, cevap geliyor. Bütün koşullar normal. Üstekiler bizden haber aldıkları için çok memnunlar.
• Saat 22.30: Üsse yumuşak bir iniş yapıyoruz. Bir görevi bitirdim ama çok daha büyük bir görev şimdi beni bekliyor.

“Bu yaşadıklarımdan sonra bu olayla ilgili olarak 11 Mart 1947’de Pentagon’da bir toplantıda hazır bulundum. Olanları anlattım, keşfimi açıkladım ve Üstadın mesajını aktardım. Her şey gereğince kaydedildi. Başkana bilgi aktarıldı ama geciktirildiğimi veya alıkonulduğumu hissediyorum. Yüksek Güvenlik Örgütü ve bir tıp ekibiyle uzun görüşmeler yaptırdılar, bir kasıt algılıyorum.

Büyük bir sıkıntı içindeyim, ABD Ulusal Güvenlik koşulları gereğince, sıkı kontrol altındayım. Ve sonunda emri aldım; bildiğim her konuda kesin olarak sessiz kalmam isteniyor, bunu insanlık adına yapacakmışım. İnanılmaz ama ben bir askerim ve emirlere uymaktan başka yapacak bir şeyim yok.”

30.12.1956 SON SÖZLER

“1947’den bu yana yıllar geçti. Günlüğümü tamamlamam gerekiyor. Kapatırken kendimden eminim. Bu sırrı yıllar boyunca inançla sakladım. Bu benim tüm moral değerlerime ve haklarıma karşıydı. Şimdi sonsuz gecenin geldiğini hissediyorum ve bu sır benimle beraber ölmemeli. Ama gerçek eninde sonunda galip gelecek. İnsanlığın tek umudu bu. Gerçeği görüyorum ve ruhum bir an önce serbest kalmak için çırpınıyor. Askeri canavarlığın kalbi olan endüstri için görevimi yaptım. Şimdi uzun gece başlıyor ama bu bir son olmayacak Uzun Artrik gecesinde olduğu gibi, gerçeğin parlak güneş ışığı yine gelecek ve karanlıklardan da ışık doğacak. Çünkü ben Kutbun ötesinde var olan ülkede en büyük bilinmeyeni gördüm.”

Saygılarımla.

Amiral Richard E. Byrd

ABD Deniz Kuvvetleri 24 Aralık 1956

sunum-indir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir