Ben,  IV. Amenhotep.  Kraliçe Tiye ve III. Amenhotep’in oğluyum.  Bundan, yaklaşık 3375 yıl önce babam ölünce, genç yaşta Mısır hükümdarı ilan edildim. Babam, ışık içinde uyusun, çok iyi bir askerdi. Yaşadığım sarayda çevremi saran insanların ahmaklığı üzerine düşünerek büyüdüm. İkiyüzlü ve sahtekâr insanları düşündüm. Onların erdemsiz davranışlarını sağlayan ve besleyen ortamları düşündüm. İçinde bulunduğum kokuşmuş düzenin nasıl değiştirilmesi gerektiği üzerine düşündüm.

Bilgisizlik tüm Mısır toplumunu bir karanlık gibi sarmıştı. Gerçeklerin üstü hurafelerle örülmüştü. Değişik birçok Tanrılara tapılıyor, rahipler din örtüsü altında halkı sömürüyordu. Devlet din adamlarının baskısı altındaydı. En büyük Tanrılardan biri Amon’du. Amon rahipleri büyük ayrıcalıklara, topraklara ve servetlere sahip olmuşlardı.

Atalarımın ve benim adım, Tanrı Amon’u hoşnut etmek için, Amenhotep olarak konmuştu. Bu isim,  ‘’Amon Hoşnuttur’’ anlamına gelmektedir. Tahta çıkışımın ilk beş yılı benim için büyük bir karabasandı. Bu dönemde sarayın ileri gelenleri ve din adamları beni bir kukla gibi ellerinde tutmak ve kullanmak istediler. Ancak ben, babam gibi savaş alanlarında değil, sarayda büyümüştüm. Benim savaş alanım da saraydı.

Bu süre içinde Mittani kralının kızı “Tadukhepadir” ile evlendirildim. Çok güzel ve zarif olan bu kadın Mısır’a gelince ona, “güzel geldi”  anlamına gelen Nefertiti adı verildi. Nefertiti, güzel olduğu kadar, kişilikli ve gerçekten asil bir kadındı. Onunla her konuda anlaştık ve birbirimize güç kattık.

Nefertiti bana altı kız çocuğu doğurdu. Mısır ile ilgili konuları birlikte düşündük ve birlikte karar aldık. Halkım onu çok sevdi.

Amon rahipleri baskılarını gittikçe arttırmaktaydı.  Bu yozlaşmış düzenle Mısır’ı yönetmek artık mümkün değildi. Benim en yakın destekçilerim taş işçileriydi. Onlar aydınlık bilimin öncüleriydi. İşlerini hurafelerle değil, pozitif bilimin ışığında, akıl, kuvvet ve güzelliği bir arada kullanarak yürütüyor, güzel eserler veriyorlardı.

Taş işçilerinin ustabaşısını yanıma çağırdım ve bana yeni bir başkent inşa etmesini söyledim.  Artık, yozlaşmış Teb şehrinden Mısır’a hükmetmek kolay değildi. Her türlü yolsuzluk, rüşvet ve adaletsizlik sayısız Mısır Tanrılarını kullanan rahiplerin himayesinde halka kan kusturuyordu.

 

NE GÜNLERE KALDIK ? 

Eğri olan doğru, kötü şeydir
Eğik tartı gibi, çarpık çekül gibi…
İşte adalet yok artık, kalktı gitti !
Kötülük yapıyor kadılar;
Doğru işler hepten yanfiri…
Çalınmış malları aşırıyor yargıç.
Bir işi düzelten, bozuyor hemen.
Soluk verip canlandırması gereken kişi,
Düşkünleri boğuyor soluğunu keserek.
Haremiler hakem oldu;
Yoksulluğu ortadan kaldırması gereken,
Yoksulluk yaratıyor.
Kenti sel bastı…
Kötülüğe ceza vermesi gerekenler,
Suç işliyorlar boyuna.
( Eski Mısır’dan Şiirler )

 

Yeni başkentim, Teb şehrinin 500 km kuzeyinde kuruldu. Bu topraklar hiçbir Tanrı’ya adanmamış bakir ve temiz topraklardı.  Işık doğudan yükseliyor ve gecenin karanlığını güneş aydınlatıyordu.  Artık aydınlanma zamanı gelmişti. Yeni başkentime taşındım, etrafıma güvendiğim adamlarımı aldım. Tüm dinleri ve Tanrıları yasakladım.  Halkım, artık birlik içinde tek bir Tanrıya tapacaktı. O da, bize güneşin ışığını taşıyan Tanrı Aton’du.

«Aton, uludur, birdir, tektir.
O’ndan başkası yoktur.
Bir tanedir,
O’dur her varlığı yaratan
Bir ruhtur Aton, görünmeyen bir ruh…
Ta başlangıçta vardı Aton,
Tek varlıktı o.
Hiç bir şey yokken o vardı.
Her şeyi o yarattı
Ezelden beri süregelen varlığı,
Ebediyete kadar sürecek,
Gizlidir Aton, kimse görmemiştir onu.
İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman.”

Amon rahipleri bana çok kızdılar. Her yerde beni karalamaya başladılar. Bana ‘’Sapkın Firavun’’ dediler.  Onlar Aton’un adını anmak yerine, ona ‘’Zentuk’’  ve Aton’a tapan halkıma da ‘’Zentuklar’’ dediler. Siz şimdi bilmeden bunu ‘’zındık’’ olarak kullanıyorsunuz.

Ama ben kararlıydım. Önce kendi adımı, ‘’Aton’un hizmetkârı’’ anlamına gelen ‘’AKH-EN-ATON’’ şeklinde değiştirdim. Sonra El Amarna’da kurdurduğum yeni başkentimin adını, ‘’Aton’un Ufku’’ anlamını taşıyan “Akh-et-Aton”  koydum. Bu şehir Amon rahiplerine karşı giriştiğim mücadelenin merkezi oldu.

Amon rahiplerinin gücünü ellerinden alınca Teb şehrinde bir isyan çıkardılar. Ama güçlü ordumla onları bastırdım.

Yeni dinin esaslarını belirledim ve mistik şiirler yazdırdım. İnancımın temelinde yalana karşı gelerek gerçeğe ulaşma ideali vardı ve Tek Tanrı’ya olan sevgimi, derin duygularla anlatılıyordum.

Öldüğümde  mezar taşıma; “Ey  biricik Aton!, sen teksin ve senden başka  Tanrı yoktur.” yazdırılmasını vasiyet ettim.

Din konusunu kendi zenginlikleri için kullanmak isteyen rahiplerle mücadelede kararlıydım. Karnak’taki Amon tapınağını kapattırdım. Yerine ‘’GEMATON-Aton’u Bulduk-’’ adında başka bir tapınak yaptırdım. Benim inandığım Tanrı ve halkımın da inanmasını istediğim Tanrı, yalnızca Mısır’ın Tanrısı değil, bütün insanlığın Tanrısıydı. Bütün evrenin Güneşin ve Ayın da yaratıcısıydı.

“Aton… Gündüz gibi ışıklı Aton.
Gözlerimiz sana bakıyor.

Seni görüyor sana karşı..
Sen, benim kalbimdesin.
Fakat onlar, seni tanımak istemiyorlar.
Sadece ben, senin kulun Akhenaton,

Seni tanıyorum.
Onlara araştırma gücü ver!
Senin gücün, senin planın, sonsuzdur.
Dünya Sana ait ve Senin.
Çünkü onu Sen yarattın.
Senin nurunla bütün yollar açılır.
Balığın suda zıplaması, Sen’dendir.
Senin nurun, ruhların kalbine nüfuz eder…”

Büyü ve sihri yasakladım. Ölümden sonra da tek hakimin Aton olduğuna inanıyorum. Yeni dine inananlar, Aton’un büyüklüğü ve tebliğine iman eden kişiler, öteki dünyada da mutlu olacaktır.  Amon rahipleri benim lanetlenmiş biri olduğumu, bu yüzden erkek çocuğumun olmadığını yaymaya başladılar.

Aton’un da sembolü, tıpkı Ra’da olduğu gibi Güneş’ti. Doğudan yayılan ışık Aton’u sembolize ediyordu. Aton’dan eşit olarak yayılan aydınlık, adalet kavramını simgelerdi ve bu Nur, Gerçeklik Ülkesine bağlıydı;

“Ey yaşamın başlangıcı olan Aton, yeryüzünü güzellikle doldurursun, ışığın yarattığın her şeyi aydınlatır ve her şey senin aşkının bağlarıyla bağlanır, her göz kendi üstünde seni görür, Ey Sen ki, tek ilahsın ve hiçbir benzerin yoktur, sen dünyayı kalbinin istediği gibi yarattın…”

Tek tanrı düşüncesinin simgesi güneş ve onun karanlıkları aydınlatan ışıklarıydı. Benim inancımda tapılan bir heykel veya put yoktu. Bu yeni din, yuvarlak kırmızı bir güneş ve ondan çıkarak yere inen ve uçlarında el şekilleri bulunan ışınlar olarak betimleniyordu.

Halkım hükümdarlarını hep Tanrı olarak görüyordu.  Hükümdarın da bir insan olduğunu göstermek için, eşim ve çocuklarımla sık sık halkımın arasına katıldım. Kadınlar ve kızlar sokaklarda rahat ve özgür dolaşıyor, şairler istedikleri gibi şiirler yazıyor, sanatkârlar her türlü yaratıcılıklarını ortaya seriyorlardı. Eşim Nefertiti her zaman yanımda ve benim tüm yetkilerimi kullanan biriydi. Ülkemizi birlikte yönetiyorduk.  Bir gün halkımın da katıldığı büyük bir şölende beğendiğimiz bir kadını sarayımıza aldık.

Sarayıma uğursuzluk bu kadınla geldi. Uğursuzluk anlaşılıncaya kadar, hastalık bedenimi sarmıştı. Hükümdarlığım 15 yıl sürdü. Benden sonra damadım Smenhkara’nın tahta geçmesini istemiştim. Ancak kısa bir sürede onu da bir komplo ile saf dışı bıraktılar ve kızlarımdan biri  Tutankh-Amon ile evlendirildi. Tutank-Amon hükümdar yapıldı. Eşim Nefertiti benden iki yıl sonra başına yediği bir darbe ile öldürüldü. Mısır’da karanlık yine egemen oldu. Kurduğum başkent yıktırıldı ve terk edildi. Adım bütün Mısır kayıtlarından silindi ve Amon rahipleri din tüccarlığı yaparak, yeniden Mısır’ı kendi kontrollerine aldılar.

“Bütün davarlar otlarla yaşar.
Bütün ağaçlar ve nebatlar gelişir.
Bütün kuşlar sazlıklarda kanat çırpar

Kanatlarını seni takdis için açarlar.
Bütün koyunlar ayak üstü oynar.
Kanatlı her şey uçar

Ve hepsi, senin aydınlığın sayesinde yaşar…

Ey biricik ilah ki, kuvvetine bir kimse malik değil.
Sen bu arzı istediğine göre yarattın.
Ve sen yalnızdın

İnsanlar; büyük, küçük bütün davarlar.
Yeryüzündeki her şey ki
Ayakları üzerinde yürür
Ve yüksekle olan her şey ki
Kanatlarıyla uçar.
Suriye ve Nubiye memleketlerinde
Mısır diyarında
Herkese layık olduğu yeri seçersin
Bütün ihtiyaçları verirsin…”

Kurmuş olduğum bu yeni din özellikle taş ustaları arasında ezoterik bir öğreti olarak devam etti. Daha sonra II. Ramses döneminde inşaatlarda bir usta olarak çalışan Musa Peygamber tarafından yeniden gündeme getirildi. Kuvvetli bir inanç, eyleme geçtiği zaman bir sel gibi büyüyerek önüne kattığı kitleleri sürükleyebiliyor. Musa Peygamberin de inançlı mücadelesi sonunda,  İsrail oğulları Mısır’dan Filistin’e doğru göç ettiler. Böylece semavi dinler için yeni bir dönem açılmış oldu.

‘’Benim anlattığım bu öykü, size kendi cumhuriyetinizi anımsatıyor mu? Sizin cumhuriyetinizde de, Ankara yeni başkent olarak seçilmiş, hilafet kaldırılmış, tekke ve zaviyeler kapatılmış, tevhid-i tedrisat uygulanmaya başlanmış, tüm ülkede bayındırlık hizmetleri hızlandırılmış, inanç sistemine laiklik kuralı getirilmiş, kılık kıyafet ve harf devrimi yapılmış,  kadınlara hakları verilmiş, yeni başlatılan aydınlanma dönemi için, “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik”, “Laiklik”, “Devletçilik” ve Devrimcilik” ilkeleri benimsenmişti. Bakalım tarih tekerrür edecek mi ve Cumhuriyetinizi koruyabilecek misiniz?”

sunum-indir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir